Kadeh

Kadeh

30 Mayıs 2014 Cuma

Sebastian ile Katya

Başlığı görünce, "Bir varmış, bir yokmuş; Sebastian ile Katya adında bir çift varmış..." gibi bir hikaye bekliyorsanız, yanılıyorsunuz. Çünkü durum çok farklı. Durum, tamamen benim onlara olan ihtiyacımla alakalı. Evet, bugünlerde bir Sebastian'a ihtiyacım var. Bir de Katya'ya. Çünkü "Sebastian söyle ona..."diyecek çok sözüm olduğu kadar Katya'dan da talep edecek çok şeyim var. 
İşlevlerinin aynı olduğunu düşünmeyin sakın. Sebastian'dan hayallerimi gerçeğe dönüştürmesini isteyeceğim ve ayrıca içimde patlayan, beni sinirlendiren veya üzen, söylenmemiş olan sözlerimi ona söyletip rahatlayacağım. Katya ise bana hizmet edecek; kahvaltımı hazırlayacak, kahvemi yapacak, evin işlerini yapacak, banyomu hazırlayacak; yeteneği varsa masaj yapacak, yoksa masör bulacak. Ben de Firdevs Hanım edasıyla bir gün geçireceğim. "Cedric Hanım, başka bir isteğiniz var mı?" diye sorduğunda; "Çekilebilirsin!" diyecek kadar umursamaz olacağım. Söylerken bile kıyamıyorum Katya'ya; ama bir günlük de olsa böyle bir rahatlığa ihtiyacım var, ne yapayım?
Sebastian da söyleyecek insanların bencilliklerinden nefret ettiğimi, maddiyata önem verenlerin benden uzak durması gerektiğini, emek verilmeyen hiçbir şeyin benim için bir şey ifade etmediğini, tüm kızgınlıklarımı, tüm kırgınlıklarımı... Ve götürecek beni denizin kıyısında bir yere. "Sebastian, söyle ona, gittiğimiz yerde denizin rengi turkuaz olsun.  Kafamdaki tüm sorular ve sorunlar, bir süreliğine de olsa, donsun. Sadece denizin kokusunun ne kadar güzel olduğunu düşüneyim. Keyfimi kaçıracak insanlar olmasın etrafımda. Katya mı? Katya'ya da söyle, şezlongumu kafamı gölgeye getirecek şekilde ayarlasın; vücuduma güneş kremi sürsün, güneşlenmek için en güzel mevsimdeyiz."
Kulaklığımı takmadan gittiler, zahmet olacak ama onu da ben yapayım bari:
 

21 Mayıs 2014 Çarşamba

Second Nature

Henüz keşfetmeyenler için harika bir albüm olan "Second Nature"ı sizlerle tanıştırmak istiyorum. 2010 yılında kurulan Kanadalı bir grubun -Minor Empire- ilk albümleri Second Nature. Çağdaş caza evrilen türkülerimizi elektronik ezgilerle harmanlamışlar. Vokalleri Özgü Özman'ın sesi ise kelimenin tam anlamıyla insanın içine işliyor. O kadar işliyor ki keşke "Zülüf Dökülmüş Yüze"yi baştan sona seslendirseymiş dedirtiyor insana. Şansıma Fırat türküsünü daha uzun seslendirmiş Özgü Özman. Bir kulak verin derim. Sesini sonuna kadar açmanız da ayrıca tavsiyemdir.


Albüm listeleri şöyle:
01 Yüksek Yüksek Tepeler
02 Ozan’s Psyche
03 Divane Aşık Gibi
04 İsmail’s Spell
05 Bülbülüm Altın Kafeste
06 Zülüf Dökülmüş Yüze
07 Second Nature
08 Haydar Haydar
09 İsmail’s Anatomy
10 Sen bu Yaylaları Yaylayamazsın
11 İsmail’s Soul
12 Keklik Dağlarda Çağılar
13 Dostum Dostum
14 Fırat Türküsü

Ben en sevdiğime torpil geçtim, onun linkini verdim; ama siz dilediğinizi seçip keşfedin bu güzel albümü. 

10 Mayıs 2014 Cumartesi

Firuze

Kalemimdeki bir dokunuşun, hayatımı şekillendirdiğini öğrenmemin üzerinden iki gün geçmişti. O iki gün boyunca ise hayal kırıklığı ve umutsuzluk içinde kendime öfkeliydim. Bir yanım bu duygulardan derhal sıyrılmamı söylerken diğer yanım da, adeta kendini cezalandırmak istercesine, yatağa mahkum ediyordu beni. Kafamdaki soruları alt edebilmenin tek yolunu uyku sanacak kadar aciz, elimi kestiğimde ağlayacak kadar da savunmasız ve güçsüzdüm o günlerde. Acıyan yaram, bahanesiydi gözyaşlarımın. Etrafıma olan agresifliğim de kendime duyduğum öfkenin tezahürüydü aslında. 
Kaderin ne demek olduğunu artık kendi yaşamım üzerinden daha açık bir şekilde örneklendirebileceğimi anlayıp hayatıma devam etmeye karar verdim nihayetinde. Bu kararımla yataktan fırlamam bir olmuştu. Sanki günlerdir birileri beni oraya hapsetmişti ve o an kalkmazsam bir süre daha kalkamayacaktım. Birinden kaçar gibi çıktım odamdan. Aslında kendimden kaçıyordum, farkında değildim. Beni kendime getirecek olan kahvesi bol, sade bir Türk kahvesiydi. Cezvedeki kahveyi karıştırırken hangimiz düşüncelere dalmayız ki? Bu dalışın boyutu değil midir kahvenin taşıp taşmamasını belirleyen? Kendimden kaçarken kendime mi tutuldum, yataktan kaçıp cezveyi mi buldum bilmem ama telefonun sesiyle irkildim. Bir arkadaşım beni öğle yemeğine davet ediyordu. Asya'nın bu teklifi cezveden kaçmak için de en iyi fırsattı, tabi ki kaçırmadım. İçimde taşıdığım iki kadından biri olan hüzünlü, melankolik, savunmasız Cedric'i evde bırakıp; bakımlı, güçlü, daima güleç, kahkahaları bol, enerjik ve pozitif kadın frekansıma, kendime en çok yakıştırdığıma, geçiş yaptım. Aynaya baktığımda böyle bir kadın olmaya hazırdım, tek eksiğim ojelerimdi. Ojelerimin eksik olması frekansta cızırtı yaratabilecek bir etkendi benim için ve bu nedenle o da tamamlanarak çıkıldı evden.
Fonda "Firuze" çalıyordu yemekte. Sohbet, Asya'nın şarkıya odaklanmasıyla kesildi. Gözlerinin dolmasının sebebi bir annenin, Aysel Gürel'in, kızına yazdığı bu şarkının sözleriymiş meğersem.

"Bir gün dönüp bakınca düşler
İçmiş olursa yudum yudum yudum yılları
Ağla, ağla Firuze ağla
Anlat bir zaman ne dayanılmaz güzellikte olduğunu

Kıskanır rengini baharda yeşiller
Sevda büyüsü gibisin sen Firuze
Sen nazlı bir çiçek, bir orman kuytusu
Üzüm buğusu gibisin sen Firuze

Duru bir su gibi, bazen volkan gibi
Bazen bir deli rüzgar gibi
Gözlerinde telaş, yıllar sence yavaş
Acelen ne bekle Firuze

Bir gün dönüp bakınca düşler
İçmiş olursa yudum yudum yudum yılları
Ağla, ağla Firuze ağla
Anlat bir zaman ne dayanılmaz güzellikte olduğunu

Acılı bir bakış yerleşirse eğer
Kirpiğinin ucundan gözbebeğine
Herşeyin bedeli var, güzelliğinin de
Bir gün gelir ödenir, öde Firuze

Duru bir su gibi, bazen volkan gibi
Bazen bir deli rüzgar gibi
Gözlerinde telaş, yıllar sence yavaş
Acelen ne bekle Firuze"

(Dinleyip de hissetmek isterseniz: http://www.youtube.com/watch?v=SVwFfiqx0G8 )

Bütün bunlar olur da Cedric'in frekans karışmaz mı? Karışır tabi. Karıştığı gibi kendisinin Aysel Gürel ile benzer noktalarının olduğuna inanır ve Cedric bunun keşfine çıkar. Mutlaka o da iki kadın taşıyor olmalı içinde diye düşünürken bir röportajında Aysel Gürel'in bunu ifade etmiş olması hissettiği yakınlığı daha da artırır. Bir yanı deli dolu, diğer yanı da yazdığı şarkı sözlerinde ifadesini bulduğu gibi... Yani aslında bir röportajında yalnızlığı anlatırken kendini tanımladığı gibi:


"- Yalnızlık desem size?

Dört yatak odası, çok büyük bir salonu ve çok büyük bir mutfağı olan üç yüz metre kare bir evde yalnız yaşıyorum. Bu bir tercih. Sevgilim de var, ama o herhangi bir ziyaretçi gibi, takım elbiselerini giymeden kravatını takmadan gelemez, on beş dakikadan fazla da oturamaz. Yatağıma giremez, burada bir bardak kahve içtiği zaman o bardağı yıkamadan gidemez. Bir simit bile yedirmem. Şimdi bu yalnızlık benim tercihim. Ve bu yalnızlığın çok büyük bir lüks olduğunu biliyorum. O masallardaki Rapunzel şatoda tek başına oturuyor, oğlan da saçına tutunup yukarı çıkıyor. Benimkiler de asansöre çıkıp bana ulaşıyor. Yalnızlık donanımsız insan için çok korkunç bir şey. El becerileri olan için biraz daha ehven. Ben hiç yalnızlık hissetmiyorum. Aslında tek başıma çok kalabalığım."



 TEK BAŞINA ÇOK KALABALIK. 



7 Mayıs 2014 Çarşamba

Daha Ne Olsun?

 


 Sevdiklerinize sımsıkı sarılacağınız günler sizinle olsun. 
Hissettiğiniz ve hissettirdikleriniz de daima bu kadar masum ve gerçek olsun.