Kadeh

Kadeh

24 Mart 2014 Pazartesi

AŞKtan Yüce Bir Duygu

"Aşktan daha yüce bir duygu." demiş Levent Yüksel, Sertap Erener ile biten evliliğinin ardından aralarındaki ilişkiyi tanımlamak için. 
Geçenlerde yine Sertap Erener'in hayat hikayesini konu alan konserinin videolarını izliyordum. O sırada öğrendim, ikisinin de ciddi hastalıklar atlattığını. Bu hastalıkları evlilikleri sırasında atlattıkları için, ilişkilerinin kadın-erkek çekişmelerinden uzaklaştığını, dostluk boyutuna ulaştığını ve bu sebeple de boşandıklarını söylüyorlar. Daha sonra Levent Yüksel ile yapılan bir röportajda ise Levent Yüksel artık Sertap Erener ile aralarında aşktan daha yüce bir duygunun olduğunu söylüyor. Hikayeleri ve cümle beni etkiledi, üzerinde düşünmeye başladım. Aşktan daha yüce bir duygu var mı? İlişkiyi ayakta tutan şey çekişmeler mi? Öyle bir aşk yaşadıktan sonra dost kalmayı nasıl başarmışlar? 
Bu sabah konserden şarkıları dinlerken (yüz bininci kez!) sorduğum sorulara burada yanıt bulmaya karar verdim. (İzlemek isterseniz tıklayın: https://www.youtube.com/watch?v=oQxUKi0OnxA )
Aşktan daha yüce bir duygunun olup olmadığını kestirebilmek, sanırım aşkı nasıl tanımladığımıza göre değişir. Eğer aşk, o aradığında çarpan bir kalp, ellerini tutarken titreyen bir vücut veya onun yanında yemek yiyememe haliyse bundan daha yüce duyguların olduğu kesin. İlişkinin başlangıcında yaşanan bu evreler bittiğinde, elde ne kaldığıdır önemli olan. Hormonlarımız o heyecanı salgılamadan da ilişkimize heyecan katabiliyorsak, hormonların görevini kendimiz üstleniyorsak aşk o zaman vardır. Karşımızdaki insanı kaybetmemek için kendimizden vazgeçiyorsak, emek vermeye değer görüyorsak, öncelik benliğimiz değil de oysa eğer aştan bahsedebiliriz ancak. Aşkın gözü kör edip insana her şeyi yaptırma hali de budur aslında.Tabi tensel çekimi de kimse yadsıyamaz.
Aşk için dağlar delinmişse, her şeyi göze alıp sevdiği adama "kaçanlar" olmuşsa, aşkından verem olup yataklara düşenlerin hikayelerini duyduysak aşktan daha yüce bir duygunun olması pek de mümkün gözükmüyor. Ama bana kalırsa bundan daha yüce olan tek bir şey var ki o da aşık olduğun adamın aynı zamanda en iyi dostun olması. Seni en iyi tanıyan; derdini, kederini, mutluluğunu gözlerinden anlayan; sen söylemeden yanına koşan kişi aşık olduğun adamsa, bundan daha yüce bir duygu gerçekten de yok. 
Her zaman inandığım ve söylediğim bir şey vardır: Aşk, hayatı yönetir. Bir düşünün bakalım, sizin de hayatınızı şekillendiren faktör aşk mı, değil mi? Bugün geldiğiniz nokta, aslında yaşadığınız aşkın eseri mi, değil mi? Eğer yanıtınız evetse, ki ben aksini hiç duymadım, zaten tartışmanın noktası da konmuş oluyor. 
Unutmadan, aşık olduğunuz insanla dost kalabilmeniz bence imkansız. Kalabileceğini iddia edenler ise ya yaşadıkları duyguyu yanlış kodlayanlar ya da karşısındaki insanı kaybetmemek için rol yapacak kadar aşık olmuş olanlardır...


"Çünkü hiçbir kelebek
Tek başına yaşamaz sevdasını
Severken hiçbir böcek
Hiçbir kuş yalnız değildir
Ölümdür yaşanan tek başına
Aşk iki kişiliktir..."
ATAOL BEHRAMOĞLU

19 Mart 2014 Çarşamba

Limon Ağacı

Her sabah erkenden uyanmak zorunda olmam, hayatımı yaşamama engel olmamalıydı. Hayatımdan çalmamak için kendimce ürettiğim felsefelerden biri de buydu. Günde on saat uyuyanlar sanırım hayatı çok uzun sanıyorlar! Ya da yarın iş var diyerek kendini yatağa veya televizyon karşısındaki bir kanepeye hapsedenler, yani yedi günlük haftadan beş günü çalanlar,  nefes alıp vermeyi tercih edenler olmalılar.  Yoksa dışarıda var olan ve keşfedilmeyi bekleyen onlarca şeye uykuyu tercih etmenin başka ne sebebi olabilir ki? Yeni bir yer, yeni bir insan, yeni bir hayat olabilecekken bu keşfin konusu, neden dört duvardaki yalnızlık daha cazip olsun ki? Bu insanlar, havanın bile her gün farklı bir kokusu olduğunu henüz hissedemeyenler olabilir mi? Gökyüzünün fotoğrafı her saniye değişirken evin tavanı neden tercih sebebi olsun ki? Cedric, akıp giden hayatın tadını çıkar; evet yaşadım diyebil en nihayetinde. 
Tüm bu düşüncelerle dört saatlik uykuya mahkum olmuştum yine yeni yeniden. Alarm çaldığında sanki daha yeni dalmıştım uykuya. Bu sabah da güne küfrederek başlamamak için alarmın zil sesine en sevdiğim şarkıyı koymam dahi pek bir işe yaramadı anlaşılan, oysa dün gece karaokede seçmiştim bu parçayı! Ne oldu? Hayatından çalmayacaktın hani? Madem öyle kalk da biran önce çık keşfine! Bugün nasıl kokuyor hava, gökyüzü ne renk; hangi insan dokunacak bugün hayatına, iz bırakan ne olacak bugün senin için, kimi mutlu edebileceksin, kim seni mutlu edecek? Dene bakalım, senin gülümsemen başka insanların yüzündeki tebessümün sebebi olabilecek mi; paylaşıp çoğaltabilecek misin bugün? 
Esnememe engel olacak şey sade bir Türk kahvesi olmalıydı. Daha ilk yudumumda çalan alarmıma nefret duymaktan vazgeçmiştim. Sıra fal kapatma aşamasına geldiğinde ise dün gece ne kadar çok eğlendiğimi düşünme aşamasındaydım: " İyi ki gitmişim. Çok iyi deşarj oldum. Sesim o kadar berbat ki mikrofonu elime başka türlü almam mümkün değil. Ben şarkı söylediğimde insanlar ya beni susturmayı ya da yanımdan ayrılmayı tercih ederlerken bağıra bağıra şarkı söyledim. Ohhh..." İç sesim çenesini açtı gene, geç kalmamak için daha fazla kulak asmamalıydım ben bu sese. 
Hazırlanıp evden çıktım. Hafifçe esen meltem, insanın tenini okşuyordu adeta. Tam sokağın köşesinden dönecekken aldığım koku, yıllar sonra dahi aklımdan çıkmayacak kadar, keskin ve güzeldi. O gün ilk kez karşılaştım bir limon ağacıyla. Yapraklarını ovuşturmam öğütlenmişti; bunu denemek için de ilk kez fırsat bulmuştum. Ellerime sinen koku gerçekten ne kadar da şahaneydi! İnsanı bir sahil kasabasında bulacağı huzura sürüklüyordu bu koku. Şimdiden emeklilik yaşını düşünmek ne kadar mantıklıydı bilmiyorum ama o yaşlarda yerleşirsem böyle bir kasabaya, bahçemde mutlaka limon ağaçları olmalıydı.
Birini bekleyip beklemediğimi soran sesle irkilmiştim. Haklıydı, dakikalarca bir ağacın önünde dikilmenin başka ne sebebi olabilirdi ki? Burnumda limon kokusu, geveze iç sesim ve ben yollara düştük...


Yalnızca hissettiğimiz şeyler yer edinir hayatımızda. Ne baktıklarımız, ne dokunduklarımız ne de kokladıklarımız... Bir ömür boyu yaşattıklarımız hissedebildiklerimizdir sadece, tıpkı bu limon ağacının kokusu gibi.


                                


18 Mart 2014 Salı

Bahar


Bahar, en güzel mevsimdir bu şehirde.  Bu da en güzel şarkıdır, dinlemek için bu mevsimde. 
Bu güzel havada, bu güzel şarkıyla gününüz aydın olsun. 

https://www.youtube.com/watch?v=Epcj13tZ3gI

14 Mart 2014 Cuma

Sarı Işık

Nevin, diğer günlerden hiç de farkı olmayan bir güne uyanmıştı. Onu heyecanlandıracak, yataktan fırlayarak kalkmasına neden olacak hiçbir şey yoktu her zamanki gibi. Bu yüzden yatakta biraz daha miskinlik yapabilirdi. Herkesin çok hızlı aktığını iddia ettiği zaman, onun için geçmek bilmeyen bir şeydi. Hatta güne bu kadar erken başlamanın ne anlamı vardı ki? Yorganı kafasına kadar çekip tekrar uyumak yapılabilecek en doğru şey olmalıydı onun için. Uyuyamayacağını anlayana dek, çarşafı bir yerde toplanacak kadar dönmüştü yatağın içinde. Sonunda pes etti. Kalkıp radyoyu açtı. "Aman Nevin, toz alırken yine bozmuşsun radyonun frekansını! Cızır cızır sinir bozuyor bu ses. Zaten dört tane frekans çekiyor, hemen bul birini de kurtul şu sinir bozucu sesten." 
Taze çekilmiş kahvenin kokusunu içine çekti genç kadın. Elinde kahvesi, camın önünde korkuluk gibi dikilirken kendini trafik lambasındaki sarı ışık kadar değersiz hissettiğini geçiriyordu aklından. Hakikaten, hayatı tıpkı bu sarı ışık gibi arada kaynayıp gidiyordu. Ne bir iz bırakabilmişti şimdiye kadar ne de herhangi birinin izi kalmıştı yüreğinde.
Vakit geçirmek için kirletemediği evini mi temizleyecekti yine? Ani bir kararla gardolabına yöneldi. Bir kazak, bir kot çekti dolabından. Koşar adımlarla, dolaşmış saçlarını dahi taramadan, çıktı evden. Bir taksi çevirdi: "Beş liralık git, üç liralık geri dön! İki liralık yürüyeceğim; zira kotumun düğmesini zor ilikledim." dediğinde, taksici sarı ışıkta geçebilmek için gaza olabildiğince yüklenmiş, şaşkın bakışlarla gözlerini dikiz aynasından Nevin'e dikmişti.
"Çek sağa, ineceğim! Sen de sarı ışığı hesaba katmadın. Ben gerekirse on liralık yürürüm."  dedi genç kadın ve tüm sinirini kaldırımlardan çıkarmak istercesine, attığı hızlı adımlarla kendini yollara vurdu...

12 Mart 2014 Çarşamba

Bir Yeni Mesaj

Bugünlerde evrene olumlu mesaj gönderme tezimi yeniden test ediyorum.  İyi düşün, iyi olsun mottosunun bir başka versiyonu bu olumlu mesaj. Karamsarlığa yer yok, olumsuz düşüncelere yer yok. Kendi kendine konuşuyorsun bunda. Yani düşünmekle yetinmiyorsun. Mesela bulaşık mı yıkıyorsun? O sırada başla konuşmaya: "Beklediğin gibi sonuçlanacak, her şey güzel olacak, çok az kaldı mutlu haberi almaya,vs." O sırada tabi iç sesin "Ya olmazsa?" diyecektir sana. Ya hiç kulak asma ya da cevap ver iç sesine, ne saçmalıyorsun sen diye. Delilik falan değil bu, kimse korkmasın. Bu, insanı mutlu edecek basit bir yöntem. En azından o an için insan kendini gerçekten de gayet iyi hissediyor. Bana kalırsa, gönderilen mesajı evrenin almasının en önemli noktası da buna gerçekten inanmak. İnanmazsanız bağlantı hatası oluşabilir, benden demesi. 
Eğer hayata verdiğiniz şeyi hayatın size geri sunacağına inanıyorsanız buna da inanmanız hiç zor olmayacaktır zaten. Gülümseyerek başlayın güne, gün gülsün yüzünüze. Yardım edin etrafınızdakilere, yardıma ihtiyacınız olduğunda mutlaka biri yetişssin imdadınıza. Kalbinizdeki sevgiden cebinizdeki paraya kadar paylaşın, çoğaltarak sunsun size hayat. Hayat o zaman daha yaşanılası bir yer olacaktır emin olun. Etrafınızda olan biten her şeye rağmen... 

"Çünkü hiçbir çocuk ölmeyi hak etmez, çünkü hiçbir anne çocuğunu dünyaya getirirken böyle bir son hayal etmez."

9 Mart 2014 Pazar

Çatı Katı

Uyandığımda odamın kapısı açılmıyordu. Kapıyı birkaç kez zorladıktan sonra odada kilitli kaldığımı anladım. Seslendim, evde kimse yoktu. Panikle telefonuma yöneldim. Şarjım bitmiş. Şarj aletim? O da salonda kaldı. Murphy kanunu dedim içimden, tüm aksilikler üst üste gelmek zorunda! Şimdi ne olacak? Söylenmeye başladım kendime: "Kapın açık uyuyabilseydin bunların hiç biri olmayacaktı, ne vardı da o kadar geç yattın? Normal bir saatte uyusaydın çoktan uyanmış olacaktın ve evde birileri olacaktı!" Tüm olumsuz enerjimle odanın içinde dört dönüyordum. O sırada iç sesim Cedric diye seslendi bana: "Çatıya vuran yağmurun sesini duymuyor musun? Odadan kurtulmanın düşüncesine hapsettin kendini ve etrafında sana mutluluk verecek şeylere gözlerini tamamen kapadın. Hani o çıtırtı sana huzur veriyordu? Hani toprak kokusunu her yağmur yağdığında içine çekmekten büyük bir haz duyuyordun? Çabuk camını aç, çabuk." Pencereye yöneldiğimde bu odaya hapsolduğum düşüncesinden tamamen sıyrılmıştım. Sanki birileri beni çatı katındaki bu odaya, hızla akan hayatımı kısa bir süreliğine durdurmam için göndermişti sadece. Daha önce hiç bu kadar uzun süre bir yağmur damlasının ağaçtaki o kocaman yapraktan süzülüşünü izlememiştim. Hiç bu kadar işlememişti ciğerlerime toprağın kokusu. Etraf ne kadar yeşildi böyle? Komik, ben de bu insanlar gibi şemsiyem olmadığında kafamı içime çekerek yürüyorum. Bundan sonra böyle yapmasam aslında. Islanmama engel olamazken neden yüzümde hissetmiyorum ki yağmur damlalarını? Hatta şimdi çıkarayım kafamı. Ağzını kapatarak gül Cedric, delirmiş gibisin. Evet ilk kez bir sabah yüzünü yağmur suyuyla yıkıyorsun ve bunun ne kadar şahane bir şey olduğunu o kapı açılsaydı asla hissedemeyecektin. Güne ne kadar da şanslı başladın? Murphy kanunuymuş muş muş... Cedric kanunu olsun bundan sonra. Aksilik sandığın şeylerin altındaki şansı yakalamak da Türkçe meali olsun. Olsun mu? Olsun. Hadi bakalım o zaman Cedric kanunun da kutlu olsun.

8 Mart 2014 Cumartesi

İşte geldim, burdayım ;)

İlkler daima heyecan vericidir. İlk buluşma, okulda ilk gün, ilk iş günü, ilk aşk, ilk öpücük... Hele ki siz zaten durağan yaşayamayan bir insansanız bu heyecan daha da artar. İlk blog yayınım ve ben :) İşte karşınızdayım. Sizinle hayatı paylaşırken kendimi de yeniden keşfetmek için buradayım.
Bu bir başlangıç olsun. Yolun başındaki bu çocuğun gözlerindeki heyecan ve ışıltı bizlerden de hiç eksik olmasın. Tabi bir de hayallerinizi gerçekleştirmek için sizi daima destekleyecek insanları yanınızdan hiç eksik etmeyin.